Afrika Mitolojisi

  Mitoloji

Afrika şempanze ve bazı yok olmuş ara türlerin yanı sıra insanoğlunu da içeren hominin ailesinin doğum yeri olarak kabul edilmektedir ki neolitik taş oymalarının bulunduğu kıtanın kültür yaşı insanoğlunun ki ile yaşıttır. Çoğu bilim adamı modern insanın 200 bin yıl önce Afrika’da ortaya çıktığı konusunda hemfikir olup, genetik çalışmalara göre bugünkü insanların atası kabul edilen mitokondriyal Havva’nın 140 bin yıl önce Doğu veya Orta Afrika’da yaşamış olduğu sanılmaktadır.

Afrika Dinleri

Çok sayıda halkın yaşayıp, bin kadar dilin konuşulduğu kıta nehirler, sıradağlar, çöller ve yağmur ormanları vasıtasıyla iklim ve coğrafyanın kültürü doğrudan etkilediği çeşitli bölgelere ayrılmıştır. Afrikalıların büyük bölümü yakın zamana kadar tabiat dinlerine (animizm) inanmaktaysa da Arap ve Avrupalıların kolonizasyonu ile birlikte gelen tek tanrılı dinlerin de etkisinde kalmıştır. Günümüzde tüm kıtada tabiat dinlerinin ancak 100 milyon kadar izleyeni kalmıştır (%11.8). Bunlardan Batı Afrika’da Yoruba halkının İfa geleneği milyonlarca izleyicisi olan en önemli tabiat dini olarak varlığını sürdürmektedir. Hıristiyanlık MS 1. yüzyılda Sudan ve Etiyopya’da, 15. Yüzyıldan itibaren tropikal bölgede, 18. Yüzyıl sonrasında ise misyonerler sayesinde tüm kıtaya yayılmış (bugün 340 milyon Hıristiyan %46.3), İslam dini ise 7. yüzyıldan itibaren tüm Kuzey Afrika’ya egemen olmuş, yakın zamanda ise Batı Afrika’da yayılmaya başlamıştır (bugün 285 milyon Müslüman, %40.5).

Avrupalıların gelişinden önce Kuzey Afrika halklarını büyük ölçüde zorla İslamlaştıran Araplar da köle ticareti de yapmıştır. 15-19. Yüzyıllar arasında Avrupalı köle tacizleri kalabalık kitleleri Amerika kıtası ile civarındaki adalara taşıyınca karmaşık özelliklere sahip Afro-Karayip ve Afro-Brezilya dinleri ortaya çıkmıştır. Mısır ve Nil civarında yazının uzun bir geçmişe sahip olduğundan bu bölgelerde yaşamış halkların efsane, din ve kültürleri hakkında bilgi edinmek mümkün olmuştur. Ayrıca Arapların MS 646’da Mısır’ı ele geçirilmelerinin ardından birlikte İslam dininin Kuzey Afrika’da yayılmasının Arapça yazı dilinin bölgeye gelmesi ve tarihi kayıtların oluşmasında olumlu bir faktör olduğu da göz ardı edilmemelidir. Arapça sadece Kuzey Afrika değil diğer bölgelerin kültürü hakkında bilgilerin derlenmesine yardım etmiştir ki 1520’ye tarihlenen Kilway Kisiwani adlı şehir tarihi Doğu Afrika hakkında detaylı bilgi veren en eski Arapça metindir. MS 750 civarında Arapların Sahra çölünü geçmek ve taşımacılık için develeri kullanılmaya başlaması kuzey ve Batı Afrikalılarca da benimsenmiş, ticaretin gelişmesiyle bölgeler arası kültürel alışveriş de artmıştır. Daha güneydeki bölgelere ait Afrika dinleri ve mitolojilerine değin ilk kayıtlar 19 ve 20. yüzyıllarda Hıristiyan misyonerlerce çoğunlukla yanlış yorumlanarak tutulmuştur. Swahili dili sonradan yazılı hale gelmiş olup, bu dilde bilinen en eski yapıt 1728 yılına ait Tambuka’nın hikâyesi adlı folklorik şiirdir. Afrika dinleri çoğunlukla aynı zamanda ikiz kardeş olan bir erkek ve kadın başlangıç tanrısını içermekte olup, pek çok araştırmacı Afrika panteonlarında ikizlerin varlığı ve ana soyluluğa özellikle dikkat çekmiştir. Yine Afrika dinlerinde insandan daha güçlü ve çoğunlukla zararlı olan pek çok küçük tanrının varlığı da dikkat çekici olup bunlar çoğunlukla ‘ruh’ (sözgelimi Yoruba halkında aynı anlama gelen ‘Orişa’) olarak adlandırılmıştır. Ataların ölümlerinden sonra tanrısal figürlere dönüştürülmesi de sözlü olarak aktarılan Afrika dinlerinin temel özelliklerinden birisidir. Kimi halklar ata ruhlarının gündüz yer altında kalırken gece dışarı çıktığına, kimisi Ölüler diyarında ikamet ettiklerine, kimi yeni doğan çocuklarla yeniden bedene büründüklerine Buşman gibi bazı topluluklar ise gökteki yıldızlara dönüştüklerine inanmaktadır.

Afrika Halkları

Mısır ve Kartaca gibi Eski Dünya’nın en ileri uygarlıklarını barındıran Kuzey Afrika, Roma döneminde, imparatorluğun tahıl deposu olarak kullanılmış, Arap fethiyle birlikte nerdeyse tamamen İslamlaşmıştır. Nil havzasında MÖ 10 bin yılında çok sayıda insan yaşadığı bilinmekte olup, MÖ 6 binlerde bölgede Yukarı ve Aşağı Krallık olarak adlandırılan iki büyük uygarlık ortaya çıkmıştır. MÖ 3. Binlerde kurulan Eski Krallık zamanında ise tüm kıtanın en karmaşık inanç sitemi oluşturulmuş, Giza piramitleri inşa edilmiş, karmaşık gömü törenleri gerçekleştirilmeye başlanmıştır. MÖ 14. yüzyılda firavun Akhenaton güneş tanrısı Aten’in egemenliğini ilan ederken aynı zamanda tanrıçaları panteondan dışlayarak tek tanrılı dinlerin temelini atmıştır. Bununla birlikte Akhenaton’un ölümünden sonra çok tanrıcılık yeniden güç kazanmışsa da ekonomik ve siyasi açıdan zayıflayan Mısır, MÖ 343’den itibaren kültürel ve dini açıdan Yunan ve Roma etkisine girmiştir. İsis gibi bazı tanrıçalar Roma inançlarına dek sızmayı başarırken, Yahudilik yoluyla Hıristiyanlık ama özellikle Avrupa okültizmi Mısır inançlarından büyük ölçüde etkilenmiştir. Mısır’ın batısında Fenikeliler tarafından kurulan Kartaca (bugünkü Tunus) ise Mısır, Etrüsk ve Roma tanrılarına tapınılan dinler açısından kozmopolit bir merkez haline gelmiştir.

Kuzey Afrika’nın Araplardan önceki yerli halkı olan Berberiler, tamamen İslamlaşmış hatta Araplarla da büyük ölçüde karışmış olmakla birlikte, dağlık bölgelerde soy ve kültürlerini koruyabilmiş, İslam öncesi geleneklerini kısmen yaşatabilmiştir. Bu bölgede Eski Mısır, Akdeniz kavimleri ve Afrika inançlarının etkileşimden dolayı kendine özgü gömülme ve tapınma ayinlerini içeren inanç formlarına rastlanmaktadır.

Yaşadıkları bölgenin otokton halkı olup, Eski Mısırlıların soyundan geldikleri sanılan Kıptiler kendi adlarıyla anılan bir dili konuşup -Yunan alfabesiyle yazmaktadırlar- Hıristiyan olarak Mısır ve Etiyopya’da varlıklarını günümüzde de sürdürmektedirler. Nijer, Mali ve Güney Cezayir’de yine Berberi asıllı olan ve keçi çobanlığıyla geçinen Müslüman Tuaregler yaşamakta, Moritanya, Çat ve Mali’de yaşayan Hıristiyan siyahlarla çatışmaları devam etmektedir. Tuareglerin kullandığı Tamaşeg adlı alfabenin Fenikelilerden kaldığı sanılmaktadır. Faslılar aralarında Bidaniler (beyazlar) ve Sudaniler (siyahlar) olarak ikiye ayrılmışsa da gerek yönetim (Hassai) gerekse dinî işler (Zaviya) tamamen Bidanilerin elindedir.

Yüzlerce dil konuşulan, tamamı siyah sayısız kabilenin yaşadığı Batı Afrika, uzun süre Batılı köle tüccarları tarafından sömürülmüştür. Nijeryalı Hausalar gibi İslamlaşmış toplulukların yanı sıra, günümüzde büyük oranda Hıristiyanlaştırılmış çoktanrıcı İbolar ve Aşantiler bölgenin sakinleridir. Geçmişte İbolar ve Aşantiler gibi pek çok kabile Onyame adlı yaratıcı tanrı ve Asase Yaa adlı Yeryüzü Tanrısına tapınmaktaydı. Nijerya ve Kamerun’da yaşayan Efik halkının inanışında, eşi Ati ile birlikte yaşayan tanrı Efik tarafından yaratılan iki insanın yeryüzüne çoğalmamaları ve çalışmamaları şartıyla gönderildiklerine, insan çiftin yasakları delince tanrılar tarafından öldürülmelerine rağmen çocuklarının yaşamaya devam ettiklerine inanmaktadır.

Orta Afrika’da geleneksel hayat tarzlarını ve dinlerini büyük ölçüde sürdüren Bantu, Ovimbundu, Bemba ve Pigme gibi pek çok halk yaşamaktadır. Bantu dilini konuşanlar Nijer ve Kongo nehirler havzasında, Nilotikler Doğu Afrika’da, Buşman veya San halkı ise Kalahari çölünde, Aka, Efe ve Mbuti gibi kabilelerden oluşan Pigmeler Orta Afrika Cumhuriyeti ve Kongo civarında yaşa-maktadır. Kongolu Bembalarda kral aynı zamanda dini önder ve ülkenin kurucusu kabul edilmektedir.

Arapların Doğu Afrika’ya MS 1. yüzyıl hatta daha öncesinde fildişi ve köle ticareti amacıyla geldiğini ve 16. yüzyılda Portekizli sömürgecilerden önce bölgede çok sayıda Bantu krallığı (Ganda, Nyoro, Toro, Ruanda, Rundi) olduğunu biliyoruz. Günümüzde Müslüman olan küçük bir bölümü dışında çoğunluğu Hıristiyan olmuş Bantu halklarının da ölülerin klan toprağına gömülmesi yerine getirilmesi zorunlu bir gelenekken kabile içi evlilik ise tabudur. Hayvancılıkla uğraşan, moranlar (savaşçılar) ve yaşlılar olmak üzere iki sınıftan oluşan Masailer de klanlar halinde yaşar ve laibonlarının (tanrının elçisi) sözünü dinlerler.

17. yüzyılda Hollandalı göçmenlerin (Boer) gelişinden önce Güney Afrika’nın yerli halkı Hotantolar ve Vendalar iken 18. yüzyıldan itibaren sayıları gittikçe artan Boerler siyahların arazilerine el koyarak sürekli olarak yerli halkın aleyhine topraklarını genişletmişlerdir. 19. yüzyılda bölgede altın ve elmas madenlerinin bulunması 1880-99 İngiliz-Boer savaşına yol açmıştır. Sömürgecilik, bölgede misyonerliği de teşvik ettiğinden halk kısmen pagan geleneklerini korumakla birlikte neredeyse tamamen Hıristiyanlaşmıştır. Geleneksel evlenme yönteminin kız kaçırma olduğu, kadın kadına evliliklerin görülmesi gibi gelenekler yaşatılmaktadır.

Yorum yaz