DokuzOğuz – OnUygur (Ağaçtan Doğan çocuklar)

  Mit

Dokuzoğuzlar’ ın ataları olan bir hakanın iki güzel kızı vardı. Bunlar ancak tanrılara layıktı. Babaları insanlardan ayrı bulundurmak için bu kızları, yaptırdığı bir kulenin içine koydurdu ve yalvararak tanrıyı çağırdı.

Bunu üzerine tanrı bir boz kurt olarak geldi, kızlarla evlendi. Tanrının bu kızlardan Dokuz Oğuz ile Ön Uygur evladı oldu. Bunlar zamanla çoğaldılar.

Bu Dokuzoğuzlar’dan türeyenler Kumlanco adı verilen ülkede oturdular. Burada Hulin adında bir dağ vardı. Bu dağdan Tuğla ve Selenka adında iki ırmak akardı. Bu ırmakların arasında da iki ağaç vardı. Bu ağaçların biri Kayın, öbürü de Çam idi. Bir gece bu ağaçların üzerine gökten nur indi. Gün geçtikçe ağaçlardan birinin karnı şişti. Dokuz ay on gün sonra ağacın karnında bir kapı açıldı. İçeride ağızlarında gümüş emzikler bulunan beş çocuk göründü.

Daha çocuklar doğmadan bu ağaçların etrafında gümüşten bir daire türemişti. Ağaçlardan müzik sesleri geliyordu. Oradaki Dokuzoğuzdan türeyen Türk’ler bu çocukları büyüttüler; adlarını Sungur Tekin, Kutur Tekin, Tukak Tekin, Or Tekin, Bugü Tekin koydular. Bunlar onbeş yaşına gelince, baba ve analarını sordular. Halk onları iki ağacın yanına götürdü: İşte bunlardan bir babanız, biri de ananızdır) dediler. Çocuklar bu ağaçlara saygı gösterdiler. (Sevgili anamız ve babamız) diye onlara sarıldılar. O zaman ağaçlar da dile gelerek evlatları hakkında hayırlı duada bulundular.

Nihayet bir gün halk toplanarak, Bugü Tekin’ i hakan seçtiler. Çünkü Bugü Tekin hem zeki hem de her boyun dilini, obalarının sayısını biliyordu. Bunun üç kargaşı vardı ki her yerden olup biteni haber verirdi.

Bugü Tekin bir gece rüyasında; beyazlar giyinmiş, elinde beyaz bir asa tutan ak sakallı bir adam gördü. Bu adam fıstık şeklindeki (Yeşim Taşı) denilen taşı gösterdi: (Türkler bunu ellerinde tuttukça dört bucağa hakim olacaklardır) dedi.

Bugü Tekin ve Gök Kızı:

Bugü Tekin bir gece otağında uyumakta iken, birden bire pencerenin açıldığını, içeriye gökten gelen güzel bir kızın girdiğini gördü. Bugü Tekin neye uğradığını anlayamadığından gözlerini kapayarak uyur gibi yaptı. Kız, Bugü Tekin’i uyandırmak için çok çalıştı, bir türlü uyandıramadı. Ümidini keserek pencereden çıktı, gitti.

Ertesi gece kız yine geldi. Bugü Tekin kendisini yine uykuda imiş gibi gösterdi. Kız bu defa da uyandıramadan gitti.

Sabah olunca, Bugü Tekin kızın tekrar geleceğini düşünerek, buna bir çare bulmak üzere vezirine açtı. Vezir dedi ki: (Bunda korkacak bir şey yok. Belki hepimizin sevineceği hayrılı bir iş vardır. Her halde bunun gelişi size kutlu bilgileri öğretmek içindir.Yarın gece gelirse artık kendinizi uykuda göstermeyin. O zaman niçin geldiğini anlarsınız.

Üçüncü gece kız yine geldi. Ama bu defa Bugü Tekin onu karşıladı, saygı gösterdi. Bu kız vezirin tahmin ettiği gibiydi. Gerçekten bir tanrıça ve gökten gelen bir kızdı. Bugü Tekin’ e yeni bir din göstermek için gelmişti.

Bugü Tekin’e: (Arkamdan gel) dedi. Bugü Tekin kızı takip etti. Gittiler. Nihayet (Ak dağ)’a ulaştılar. Bugü Tekin’e yeni bir dinin gizli taraflarını anlatmaya başladı.

Bundan sonra kız otağa gelir, Bugü Tekin’i (Ak Dağ)’a götürürdü.

Bu durum çok gece devam etti. Bugü Tekin yeni dinin esaslarını ve sırlarını öğrendi.

Bir gece artık bu görüşmelerin sonu idi. Kız veda ederken (Gökte, yerde ne varsa hepsini öğrendiniz. Ben artık gelmeyeceğim. Yarından itibaren dünyanın dört bucağını fethe başlayın. Gösterdiğim yolda adalet yapın. Size öğrettiğim gerçekleri her tarafa yayın) dedi.

Sabah olunca Bugü Tekin kardeşlerini çağırdı. Her birini bir orduya tayin ederek bunları dört bucağın fethine gönderdi. Kendisi de büyük bir ordu ile Çin üzerine yürüdü. Heosi de seferlerini başardılar.

Göç

Bugü Tekin’den otuz nesil sonra, torunlarından (Yulun Tekin) tahta çıktı. O zaman Çin’de (Tang)sülalesi hakimdi.

Çinliler; Türk’lerden korktukları için hükümdarları (kıyuliyen) adlı kızını hakanın oğlu (Gali Tekin)’e göndermeye karar verdi. Bir elçi yolda Türkler’in kudret ve büyüklüğünün Tanrı dağı civarında bulunan (kutlu Kaya) adlı byük bir kayadan ileri geldiğini öğrendi. Yulun Tekin’e dedi ki: (Hükümdarım size en kıymetli hediye olarak kızın gönderdi. Siz de ona bir hediye göndermek isterseniz, bizce makbule geçen hediye de (Kutlu Kaya) adındaki kaya parçasıdır. Bu kayanın sizce bir kıymeti yoktur. Bunu hükümdarıma hediye ederseniz makbule geçer.)

Yulun Tekin, Çinliler’e kıymet veren milli duyguları gevşek bir hakandı. Kutlu Kaya’nın otuz nesilden beri Türklerce kutsal bir yer olduğunu bilmiyordu. Bir kızın bedeli olarak bu kayayı Çin’e vermekte hiç tereddüt etmedi. Yalnız bunu nasıl götüreceklerini sordu. Elçi de: (Kolaydır) dedi. Çin elçisi kayanın etrafınapdünlar yığdırdı, üzerine sirke döktürdü, ödunlara ateş verince kayalar parçalandı, dağıldı. Elçi bu parçaları dikkatle toplattı. Arabalarla Çin’e gönderdi.

Orada sihirbazlar bu parçaları yağma ettiler. Her parçası dünyanın bir köşesine gitti. Parçalar nereye gitti ise orada bereket, bolluk oldu. Bu tarafta ise, yedi gün sonra (Yuluğ Tekin) oldu, yerine Bugü Tekin’in torunlarından biri hakan oldu. Türk yurdu da bütün bereketini kaybetti, yeşillikler sarardı, ırmakların, derelerin suyu çekildi göğün rengi değişti. Bütün kuşlar, ahyvanlar, memedeki çocuklarGoç! Göç! Göç!) diye bağırışmaya başladı. Bir taraftan da salgı nhastalıklar insanalri kırıyordu.

(Göç!) sesleri devam ediyordu. Anladılar ki bu ülkenin (Yer-şu)ları artık kendilerinin orada kalmasını istemiyor. Çadırlarını yıktılar, eşyalarını, çoluk çocuklarını hayvanlara yüklediler. Göç etmeye başladılar. Akşam olunca (Göç!) sesleri duruyor, sabahla beraber başlıyordu. Türkler Turfan ülkesine gelinceye kadar (Göç) sesleri devam etti. Orada artık ses kesildi. Göç’ler de Turfan’da yerleştiler. Orada (Beş Balık) şehrini kurdular.

Ergenekon

Göktürkler, Tatrlarla yaptıkları savaşta yenilmişler, hepsi kırılmış, yalnız İlhan’ın oğullarından Kıyan ve Noğuz sağ kalabilmişti.

Savaştan on gün sonra bir gece atların abindiler. Çoluk çocuklarını alarak kaçtılar. Savaştan önce ordu kurdukları yere geldiler. BUada deve, at, öküz ve koyunları kalmıştı, onları aldılar. Biri öbürüne dedi:

(Burada kalsak bir gün olur düşmanlarımız bizi bulur. Başka bir boya gitsek her yanımız düşmanlarla dolu. En iyisi dağların arasında, kimselerin yolu düşmeyecek yerlere gidip oturalım.)

Buna karar verdiler, sürülerini önlerine kattılar, dağlara yürüdüler.

Bir dışı geyik gördüler. Arkasından gittiler. Geyik bunları dağların üzerinden düz bir yere götürdü. Orada her yeri iyice yokladılar. Geldikleri yoldan başka yol yok. Biraz ilerlediler. Geniş, çimenlik bir ülke gördüler. Burada akarsular, pınarlar, meyve ağaçları, hayvanlar vardı. Bunları görünce sevindiler. Tanrıya şükür ettiler, buraya yerleştiler. Kışın hayvanlarının etini yer, derisini giyerler, yazın da sütlerini içerlerdi.

Burada dört yüzyıl kaldılar. Başbuğlar’a danıştılar: (Babalarımızdan ışıtırdık ki, Ergenekon’un dışında geniş, güzel yerler varmış. Atalarımız orada oturmuş. Bundan sonra korkup ta dağlaral kapanacak değiliz. Bir yolunu bulup buradan çıkalım).

Hepsi bu sözleri uygun buldu. Yol aradılar, bulamadılar. İçlerinden demirdi Burteçine: (Ben bir yer gördüm, orada demir madeni var. Eğer onu eritirsek yol buluruz) dedi. O yeri gidip gördüler, demircinin sözünü doğru buldular.

Başka bir anlatışta: birgün bir dışı kurt görmüşler. Bu kurdun oraya nereden geldiğini aramışlar, kurt kaçmış, arkasından gitmişler. Bakmışlar ki kurt bir delikten dışarı atladı. Deliğin yanına gittikleri zaman etrafın demir madeni olduğunu görmüşler.

Manas

Manas, Kırgız kahramanlarındandır. Manas’ın babası Yakıp Han, anası da Curici’dir. Yakıp Han evlendikten on dört sene sonra Manas doğmuştur. Doğduğu zaman Manas’ in avucu kanlı idi. Bu işaret onun ileride mesalsiz kahraman olacağının göstergesi idi. Henüz memede iken konuşmaya başladı. Doğumu üzerine cvıardan gelen elçiler, onun bir kahraman olacağını hemen anlamışlardı. Az zaman içinde çok serpildi, boyu beş metreye kadar uzadı.

On yaşına gelince tam bir kahraman oldu. Düşmanların üzerine saldırarak perişan etti. Atlarına at erişemiyor,zırhına ok işlemiyordu.

Yakıp Han, oğlunun atılganlıklarını, kahramanlıklarını görünce, onu korumak, onunla arkadaşlık etmek üzere, Bakay adında birisini ona katmıştı.

Manas’ın savaştığı düşmanları arasında en kuvvetlisi Gökçe idi. Bununla olan maceraları destanda epeyce yer tutar. Destan Radlof’a göre 12452 mısra olup, savaş hengameleri sırasında aşk maceraları , eğlenceler, düğünler, Şamanizm’in etkisi altındaki inançlar, gelenekler, kahinlerin rolleri göze çarpar.

Yorum yaz