Yunan Mitolojisi Kahramanları denilince akla ilk gelen isim muhtemelen Herkül olur. Ama biraz derine daldığınızda listenin oldukça kabarık olduğunu fark edeceksiniz. Hadi en ünlü sekiz Yunan kahramanını birlikte tanıyalım 🙂
💡Ayrıca ilginizi çekebilir: Yunan Mitolojisinde Kahramanların Trajik Ölümleri
Mitoloji denildiğinde bile akla ilk gelen isim Herkül. Ama onu ne kadar tanıyorsunuz?
Efsaneye göre Zeus, Alkmene isimli bir ölümlü kadına aşık olur. Onun kocasının kılığına girer ve kadınla beraber olur. Bu birliktelikten Alkmene hamile kalır. Lakin Hera, sadakatsizliği yüzünden Zeus’tan intikam almaya kararlıdır. Herkül’ün doğumunu geciktirerek kral olmasını engeller. Ama intikam yeterli olmayacaktır. Herkül henüz bir bebekken onun odasına iki tane yılan gönderir. Herkül küçücük olmasına rağmen bu yılanları çıplak elle öldürür. Hera, Herkül ölene kadar rahatlamayacaktır.
Herkül büyüdüğünde Thebai kralının kızı Megara ile evlenir. Bu birliktelikten 3 çocukları olur. Hera için intikam vakti gelir. Herkülü delirtir ve karısı ile çocuklarını öldürmesini sağlar. Herkül işlediği suçtan arınmak için 12 Görevi kabul eder. Hera bu görevler boyunca Herkül’ün yakasını bırakmaz. Aslında Herkül’ün doğum adı Alcides‘tir. Ama sonunda “Hera’nın Zaferi” anlamına gelen Herakles/Herkül adını alır.
Herkül uzun hayatı boyunca birçok kahramanlık hikayesine konu olur. Samanyolunun oluşmasından, Truva’nın yağmalanmasına kadar birçok mitolojik öyküde yer alır. Ama onun en ünlü miti 12 Görevi’dir.
Ayrıca ilginizi çekebilir:
Yunan Mitolojisi Kahramanları denildiğinde akla gelen ikinci isim Theseus olur. Bunun sebebi bir Dor kahramanı olan Herkül’e karşılık Atinalıların kendi milli kahramanı olarak Theseus mitini yaratmalarıdır.
Efsaneye göre Atina kralı Egeus‘un çocuğu olmaz. Bir gün Troezen kralının kızı ile beraber olur ve kadın hamile kalır. Egeus memleketine dönmeden önce silahlarını bir kayanın altına saklar. Kadına eğer çocuk bir erkek olursa, büyüdüğünde bu silahları alıp Atina’ya göndermesini ister.
Theseus büyür, babasına layık olduğunu kanıtlamak için silahları alır. Atina’ya ulaştığında babası büyücü Medea ile evlenmiştir. Medea, Theseus’u zehirle öldürmek üzereyken babası silahlardan Theseus’u tanır ve Medea’yı engeller. Böylece baba oğul kavuşurlar.
Ama Atina her sene Girit’teki canavar Minotor‘a 7 kız 7 erkek haraç göndermektedir. Theseus gönüllü olur ve Girit’e gider. Prenses Ariadne‘yi kandırıp kendisine yardım etmesini sağlar ve Minotor’u öldürür. Dönerken babasına söz verdiği halde beyaz bayrağı açmayı unutur. Egeus oğlunun öldüğünü sanar ve denize atlayıp intihar eder. Ege denizinin adı onun adından gelir.
Theseus böylece kral olur. Ülkeye demokrasiyi getirir. Trakyalı arkadaşı ile çeşitli maceralara atılır. Bugün Atina’nın bir meydanında hala heykeli olacak kadar önemlidir.
Nam-ı diğer Brad Pitt 🙂 Yunan Mitolojisi Kahramanları denildiğinde akla açık ara farkla gelen ilk isim Aşil‘dir.
Efsaneye göre yarı tanrı yarı insandır. Annesi o doğduğunda topuğundan tutarak ölümsüzlük nehrine daldırmıştır. Bu yüzden sadece topuğundan öldürülebilir.
Ünlü Truva Savaşı‘na katılmıştır. Homeros‘un İlyada‘sı onun öfkesinin ne kadar derin olduğunu anlatarak başlar. Aşil, Truva Savaşı esnasında komutan Agamemnon ile kavga eder ve savaşmayı reddeder. Böylece üstünlük Truvalıların tarafına geçer.
Ama kader ve tanrılar ağları bambaşka şekilde örer. Aşil’in çok değer verdiği çocukluk arkadaşı savaşa Aşil’in kıyafetleri ile dahil olup Hektor tarafından öldürülünce Aşil üzüntüden mahvolur. Bu yüzden savaşa dahil olup Truvalıların en önemli kahramanı Hektor‘u öldürür. Bu savaşın dönüm noktalarından biri olur.
Ne var ki Aşil Truva’nın düştüğünü göremeden Helen’i kaçıran Paris tarafından topuğundan vurularak öldürülür. Homeros‘un Odysseia‘sında karşımıza bir daha çıkar. Odysseus onun ruhu ile konuşur. Aşil Ölüler Dünyası‘nın çok kötü bir yer olduğundan ve geri dönüp upuzun bir hayat yaşamak istediğinden bahseder.
Yunan Mitolojisi kahramanları arasında en ilginç hikâyelerden birine sahip olan Kadmos, sadece bir savaşçı değil, aynı zamanda uygarlık kurucusudur. Cesaretiyle tanrıları bile etkilemiş, ancak sonunda kaçınılmaz bir kaderle karşılaşmıştır.
Efsaneye göre Kadmos, Fenike Kralı Agenor’un oğludur. Kız kardeşi Europe, Zeus tarafından kaçırılınca, babası oğullarına onu bulmalarını emreder. Ama Kadmos arayışında başarısız olur ve kader onu Yunan topraklarına sürükler. Kâhinler ona, bir inek bulup onu takip etmesini ve durduğu yerde bir şehir kurmasını söyler. İneği takip eden Kadmos, bugünkü Thebai kentinin temelini atar.
Ancak şehir kurmak o kadar kolay değildir. Kadmos, kurban sunmak için su kaynağı ararken, Apollon’un kutsal ejderhası ile karşılaşır. Ejderhayı öldürmeyi başarır, fakat tanrılar bu kutsal yaratığı öldürdüğü için ona ceza verir. Kadmos, ceza olarak yıllarca Ares’in kölesi olmak zorunda kalır. Bu süre dolunca Ares, ona kızı Harmonia ile evlenme izni verir. Düğünleri tanrılar tarafından kutsanır ve hatta tanrılar onlara ilahi hediyeler bile sunar.
Kadmos ve Harmonia’nın çocukları olur, ancak soyları lanetlenmiştir. Torunları trajik ölümlerle karşılaşır. Kadmos, sonunda yaptığı her şeyin anlamsız olduğunu düşünerek tanrılara sorar: “Ejderhayı öldürmekle hata mı yaptım?” O kadar üzülür ki, tanrılar ona ve Harmonia’ya merhamet ederek onları yılana dönüştürür ve ölümsüzlük bahşeder.
Kadmos, Yunan mitolojisinde bir kahraman olmanın ötesinde, Thebai’nin kurucusu olarak da hatırlanır.
Argonotlar Seferi diye bir şey hiç duydunuz mu? Bütün macera romanlarının temelini oluşturuyor desek yalan olmaz. Yunan Mitolojisi Kahramanları denildiğinde akla kesinlikle Jason gelmeli. Çünkü Jason Argonotlar Seferi’nin kaptanı. Ordu’daki Jason Burnuna bile adını vermiş. O kadar ünlü anlayın yani 🙂
Efsaneye göre Jason’ın amcası onun hakkı olan tahtı gasp eder. Jason tahtını geri istediğinde kendisini kanıtlaması gerektiğini söyler. Bugünkü Gürcistan’da bulunan Kolkhis ülkesinde korunan Altın Postu getirirse tahtı geri vereceğine söz verir.
Jason adını Argo koyduğu bir gemi inşa eder. Yunanistan’ın dört bir yanındaki kahramanları sefere davet eder. Katılanlara geminin adı dolayısıyla Argonotlar denir. Aşil’in babasından Herkül’e kimler kimler gelir. Kahramanlarımız sefere başlar. İstanbul Boğazı’ndan geçip çeşitli maceralar atlatarak Gürcistan’a varırlar. Jason, Kolkhis prensesi ve büyücü Medea’nın yardımının yardımı ile Altın Postu almayı başarır.
Ne var ki amcası Jason’un seferinin başarı ile sonuçlanacağını düşünmemiştir. Tahtı vermeyi reddedince Medea onu öldürür. Ama uzak diyarladan gelmiş korkutucu bu kadını halk benimseyemez. Yıllar sonra Jason bir kralın kızı ile evlenmek için Medea’dan ayrılmaya karar verir. Bu ölümcül bir hatadır. Medea dehşet verici bir plan yapar. Gönderdiği hediyeler ile kocasının yeni gelinini öldürür. Sonra kocasından gerçek bir intikam almak için onun soyunu kurutmaya yani en kendi öz evlatlarını öldürmeye karar verir.
Jason her şeyini kaybeder. Serseri bir sürmeye başlar. Bir gün Argo gemisinin gölgesinde pineklerken geminin eskiyen bir parçası üzerine düşer ve ölür.
Yunan mitolojisinde zekâsı, kurnazlığı ve dayanıklılığıyla öne çıkan kahramanlardan biri de Odysseus’tur. Truva Savaşı’nın en önemli isimlerinden biri olarak bilinir, ancak asıl macerası savaştan sonra başlar.
Efsaneye göre Odysseus, İthaka’nın kralıdır. Truva Savaşı başladığında savaşa katılmamak için türlü oyunlara başvurur, ama kaderinden kaçamaz. Savaş boyunca kurnaz planlarıyla öne çıkar. En büyük başarısı, Truva Atı fikrini geliştirerek Truva’nın düşmesini sağlamasıdır. Ama bu zaferin ardından eve dönüş yolculuğu, onu destansı bir serüvene sürükler.
Savaştan sonra Odysseus, on yıl boyunca denizlerde kaybolur ve pek çok tehlike atlatır. Dev Polyphemos’u kör eder, büyücü Kirke’nin tuzağından kurtulur, Sirenlerin büyüleyici şarkısına karşı koyar ve yeraltı dünyasına iner. Tanrılar zaman zaman ona yardım etse de, en büyük düşmanı denizlerin tanrısı Poseidon’dur. Çünkü Polyphemos onun oğludur ve Odysseus’un yaptığı intikam ateşini körükler.
💡 Ayrıca ilginizi çekebilir: Odysseus’un Maceraları: 12 Durağı
Yıllar süren yolculuğun sonunda Odysseus nihayet ülkesi İthaka’ya döner. Ama orada da sorunlar bitmez. Onun öldüğünü sanan soylular, karısı Penelope’yi ele geçirmek için yarışmaktadır. Odysseus, kimliğini saklayarak saraya sızar ve zekâsıyla düşmanlarını alt edip tahtını geri alır.
Yunan Mitolojisi kahramanları arasında bazen gölgede kalsa da, aslında en büyük savaşçılardan biri de Bellerophontes’tir. Şan, şöhret, zafer… Her şeyi elde etmiş ama sonunda kaderinin kurbanı olmuştur.
Efsaneye göre, Bellerophontes Korinthos kralının oğludur. Ancak bir gün istemeden birini öldürerek sürgüne gönderilir. Sığınacak bir yer ararken Argos Kralı Proitos’un yanına gider. Fakat burada Proitos’un karısı Stheneboia’nın tuzağına düşer. Kadın ona aşık olur, ama Bellerophontes ilgilenmeyince ona iftira atar. Kral, onu öldürmek istemez, ancak Likya Kralı İobates’e bir mesajla yollar. Mesajda, Bellerophontes’in öldürülmesi gerektiği yazar.
İobates ise onu doğrudan öldürmek yerine imkânsız bir görev verir: Kimera adlı ateş püsküren canavarı öldürmesi gerekmektedir. Tanrıların yardımıyla Bellerophontes, kanatlı at Pegasus’u bulur ve onu evcilleştirir. Pegasus ile gökyüzünden süzülerek Kimera’ya saldırır ve onu alt eder. Ama macera burada bitmez.
İobates, Bellerophontes’in bu başarıya ulaşacağını düşünmemiştir. Bu yüzden ona Amazonlarla savaşma emri verir. Fakat kahramanımız her seferinde zaferle döner. Sonunda kral onun tanrılar tarafından desteklendiğini anlar ve ona krallığını, hatta kızını verir.
Bellerophontes için her şey mükemmel görünmektedir. Ama şöhreti başını döndürür. Artık tanrılar gibi olmak ister. Pegasus’a atlayarak Olimpos Dağı’na çıkmaya kalkar. Ancak Zeus onun kibirini cezalandırır ve bir at sineği göndererek Pegasus’u rahatsız eder. Pegasus Bellerophontes’i sırtından atar ve kahraman yere düşer. Yaralanmış, sakat kalmış ve yalnız bir şekilde, ömrünün geri kalanını ıssız yerlerde dolaşarak geçirir.
Bellerophontes, Yunan mitolojisinde yükselişin ve düşüşün en çarpıcı örneklerinden biridir. Kahramanlık, zafer ve kibir arasındaki ince çizgiyi bize hatırlatan unutulmaz bir figürdür.
Perseus, Yunan mitolojisinin en şanslı kahramanlarından biridir. Kehanete göre, Argos Kralı Akrisios torunu tarafından öldürülecektir. Bu yüzden kızını kuleye kapatır, fakat Zeus altın yağmuru şeklinde süzülerek Danae ile birlikte olur ve Perseus doğar. Kral, torunu ve kızını bir sandığa koyup denize bırakır, ancak Perseus Seriphos Adası’nda kurtulur ve büyür.
Ada Kralı Polydektes, Perseus’un annesini zorla almak ister. Perseus bunu önlemek için Medusa’nın başını getirmeye söz verir. Tanrıların yardımıyla, Athena’nın parlak kalkanı ve Hermes’in uçan sandaletleri ile Medusa’yı taşa dönüşmeden öldürmeyi başarır. Dönüş yolunda, prenses Andromeda’yı deniz canavarından kurtarır ve onunla evlenir.
Seriphos’a döndüğünde, annesine zorbalık yapan kralı Medusa’nın başıyla taşa çevirir. Ancak kehanet kaçınılmazdır: Büyükbabasını kazara öldürerek kehaneti gerçekleştirir. Tahtı istemez ve Tiryns’de kendi krallığını kurar. Perseus, mutlu sona ulaşan nadir kahramanlardan biridir.
Antik Yunan toplumunda, felsefenin, tragedyanın ve bilimsel bilginin doğmasının çeşitli nedenleri vardır. Antik Yunan düşünürlerinin ilk dönemlerinde evreni ve insanı doğa üzerinden açıklamaya çalışmaları bunun en önemli nedeni olmuştur. Teorik bilginin önemsenmesi, coğrafya ve jeopolitik konum, köleci sistem ve “özgür” insanların gündelik faaliyetlerin dışında çok fazla boş zamanının olması, denizcilik ve ticaret alanında gelişmiş olmaları, şehir devletlerinin bağımsızlığı, Homeros’çu din anlayışı, Olympos panteonunun eleştirilebilir olması gibi birçok faktörün belirlediği Antik Yunan hem felsefenin hem de tragedyanın doğumuna gebe kalmıştır. Arkaik dönem sonrasında, Delos Birliği’nde toplanan paranın Atina’ya aktarılması ve çok büyük bir imar faaliyeti sonrasında Atina kentinin diğer polis devletler arasından ekonomik, siyasi ve kültürel olarak arasının açılmasına neden olmuştur.
MÖ. 5. ve 6.yy da önemli Tragedya yazarlarından Aiskhylos, Sophokles, Euripides Atina’nın bahsedilen güçlü kültürel atmosferinin içine doğmuşlardır.
Homeros’çu şairler kuşağı sonrasında, Yunan mitolojilerindeki konu ve kahramanları işlendiği Tragedyalar, özellikle Dionysos ayinlerinin ayrılmaz parçalarındandır. Bereket sağlaması amacıyla hasat mevsimleri ve bağ bozumu dönemlerinde yapılan bu şölenlerde, Tragedyaların yarışması ve bir gelenek haline gelmesi, Tragedyaların gelişmesinin ve çeşitlenmesinin de önünü açmıştır.
“Antik Yunan’da şiir, hem çocuklar için ilk ahlak dersi, hem yetişkinleri bu çağda olumlu olarak etkileyen bir araçtı. Daha sonra felsefe ve tarih incelemeleri gelişmiş ve şiirin görevini üzerine almışlarsa da bu bilimler azınlığı ilgilendirmiş, büyük çoğunluğun eğitiminde en etkin araç gene şiir olmuştur.”[2]
Tragedyalar, propaganda aracı olarak kullanılmasının yanında toplumu şekillendirme, düşünme biçimi oluşturma, öğretme ve eğitme konusunda da önemli görevler üstlenmiştir. Antik Yunan toplumunun kültürel ve inançsal arka planını görmemiz açısından da bizim için önemli kaynaklardandır.
Görselin kaynağına ulaşmak için tıklayınız.
Aiskhylos (Yunanca: Αἰσχύλος – MÖ 525 – MÖ 456 )[3] aristokrat bir ailenin üyesi olarak Atina yakınlarındaki Eleusis’de doğdu. Eleusis önemli tapınım merkezlerinin olduğu yerleşimlerden biriydi. Demeter ve Dionysos tiyatrolarında bulunduğu kentte, Aiskhylos’un bu tiyatrolardan etkilendiği düşünülmektedir. Ayrıca Aiskhylos, kardeşi ile Maraton ve Salamis deniz savaşına katıldığı bilinmektedir.[4] Yazar kişiliğinin yanında savaşçı bir asker olan Aiskhylos, ilk tragedyasını MÖ 499 yılında kente sundu. Yaşamı boyunca doksanın üzerinde oyun yazdığı bilinmektedir. Ne yazık ki elimize sadece yedi tanesi ulaşabilmiştir. Persler, Yediler, Yakarıcılar, Oresteia (Agamemnon, Adak sunucuları, Eumenidler), Zincire Vurulmuş Prometheus oyunları elimize ulaşan eserleridir.
“Aiskhylos, Prometheus konusunu üç tragedyada işlemiştir. Zincire Vurulmuş Prometheus bu üçlüğün birinci ve elimize geçen tek piyesidir. Öbür ikisi yitirilmiş, yalnız adları kalmıştır: Birinin Kurtulmuş Prometheus, öbürünün Ateş Taşıyan Prometheus olduğu bir oyun listesinde yazılıdır.” [5]
Tragedya, Antik Yunancada tragos (τράγος) “keçi” ve oidia (οιδία) “şarkı söyleme” anlamına gelmektedir. Kentlerde yapılan şölenlerde keçi kılığındaki Dionysos’un türküsü (Keçi türküsü/ezgisi) anlamındadır. Tragedya, dramatik bir süreç işlemesi ile kendisini tanımlar.
Aristoteles, Poetika eserinde tragedyanın kaynağı türleri ve hatta Aiskhylos’daki tragedyanın özelliklerine dair görüşlerini belirtmiştir. “Birçok değişiklik geçirdikten sonra, tragedya kendi doğasına en uygun hale geldi ve oturaklılığa kavuştu. İlk olarak Aiskhylos oyuncuların sayısını birden ikiye çıkardı ve koronun ağırlığını azaltarak başrolü söze verdi.”[6]
Antik Yunanistan Aiskhylos doğduğu yıllarda Pers Kralı Darius, Anadolu ve Trakya topraklarını geçerek Yunan ana karasına doğru ilerlemesini sürdürmekteydi. MÖ 490 yıllarında Pers orduları Ege denizini geçerek Atina’nın kuzeyindeki Maraton ovasında Yunan ordusu ile ilk büyük savaşını yaptı. Büyük bir bozguna uğrayan Pers orduları, geri çekilmek zorunda kaldı. Doğudan gelen Pers tehlikesini savuşturmak amacıyla, daha önceden düşman olan Sparta ve Atina kent devletleri birlikte hareket etmeye başlamıştır.
“Yunanların tek vücut olmalarını sağlayan birlik, Atina’nın bir deniz imparatorluğu kurma düşüncesinin temellerini oluşturdu. MÖ 478/477 tarihinde Pers tehlikesini ortadan kaldırmak ve onların Yunanistan’da yaptıkları tahribatın öcünü almak için Atina tarafından kurulan birliğin merkezi Delos Adası idi”[7]
Delos Birliğinden gelen ciddi miktardaki para, Atina kentinin mimari ve kültürel gelişimi için kullanılması Atinalıların hem felsefede hem de kültürel etkinliklerde ciddi olarak güçlenmelerine neden oldu. Yunanlıların kültürel gelişiminde coğrafya çok önemlidir.
“Yunanistan yoksul bir ülkedir….Bu yoksulluğun muhtemel istilacıların fetih arzularını tahrik etmemek gibi olumlu bir sonucu olmuştur. Nihayet bu aynı etken, Yunanlıları çok erken bir tarihten itibaren, ticarete, gemiciliğe, dış göçlere, koloniler kurmaya zorlamıştır.”[8]
Ticaret, gemicilik, koloni kurma, büyük mimari yapılaşma ve ekonomik etkenler, şehir devletlerinin kültürel ve toplumsal olarak gelişimine de ön ayak olmuşlardır. Böyle bir coğrafyanın ve politik ekonomik atmosferin içerisine Tragedyanın doğumu ve gelişimi gerçekleşmiştir. Her tragedya yazarının düşünce yapısı ve yazdığı tragedya eserleri kendi yaşadığı dönem koşullarının bir yansımasıdır. Özelde Aiskhylos’u ve onun son eserlerinden biri olan Zincire Vurulmuş Prometheus oyununu da bu doğrultuda değerlendirmek gerekmektedir.
Görselin kaynağına ulaşmak için tıklayınız.
Titanların, Olympos tanrıları ile büyük savaşından (Hesiodos-Titanmakhia) sonra Zeus Prometheus başta olmak üzere tüm kardeşlerini ayrı ayrı cezalandırmıştır. Atlas, Menoitios ve Epimetheus gibi Prometheus’u da insanın kültürünün ve bilincinin sembolü olan ateşi Olympos tanrılarından çalması ve sonucu olarak Zeus tarafından bir mağaraya bağlanarak her gün bir kartal tarafından karaciğerinin sonsuza kadar yenmesi ile cezalandırılmıştır. Aiskhylos, tragedyayı, mağaranın içerisinde Promethes’un zincirlemeye getirilmesi ile başlatır.
Zeus’un emirlerine tek başkaldıran tanrı Prometheus’tur. Diğer tanrılar ya emirlere itaat etmişler ya da korkularından seslerini çıkaramamıştır. Bu açıdan bakıldığında politik bir piyes ortaya koymuştur Aiskhylos.
Tragedya, Kratos ve Hephaistos’un Prometheus’u ellerindeki zincirlerle mağaranın duvarına bağlarken kendi iç hesaplaşmalarını yansıtır. Zeus’a olan korkuları, onların yanlış bir şey yaptıklarının üstüne çıkmıştır. Kendi iç hesaplaşmaları ön plana çıkar.
Prometheus’un koro ile kendi durumunu anlattığı bölüm ile Tragedya devam eder. Okeanos’un yardım taleplerini geri çeviren Prometheus, kendi ile hesaplaşmasını kendi ile konuşmasından anlıyoruz. İnsanlara verdiği ateşin sonuçlarının ne olacağına dair koro ile karşılıklı değerlendirmeler yaparlar. Zeus’un kaderin temsilcisi ve sözünden çıkamayacakları vurgusu burada çok yapılır.
Prometheus ısrarla Zeus’un tahtından düşürüleceğini ifade ederek, karşısına çıkanlara görüşünü ifade etmektedir, Bunu duyan Zeus, haber tanrısı Hermes’i yanına göndererek, Zeus’u tahtından indirecek olanın kim olacağını öğrenmesini ister. Hermes’i bir kukla olduğunu ve iradesinin dışına çıkamadığı için eleştirir. Zeus tarafından uğradığı haksızlığı her defasında dile getirir. Büyük bir gök gürültüsü ve yer sarsıntısı ile sahneden herkes kaybolur.
İnsanlar topluluklar halinde yaşamaya başladığı günlerden bu yana, hem yönetici sınıflar hem de kendi arasında mutabakat ile oluşturduğu bazı kural ve yasalar ile yaşamışlardır. Bu toplulukları var olan düzen içerisinde yaşamalarını sağlamak, sadece ekonomik, siyasi ve hukuki yaptırımlar ile olmayacağının tespit edilmesi ile, kültür, ideoloji, aklın ortaklaştırılması, düzen içerinde düşünülmesini sağlamak amacıyla, çeşitli enstrümanlarda geliştirilmiştir. Kültürel ve ideolojik bir atmosfer yaratmak amacıyla Antik Yunanda tragedyalarda işte böyle bir işleve sahip olmuşlardır.
Antik Yunanın klasik dönemlerinde Dionysos ayinlerinde sergilenen tragedyalar, trajik öyküler ile toplumu arınma (katharsis) sürecine sokmuştur. Antik Yunanistan’ın kendi kültürel kimliğinin oluşumuna da yardımcı olmuştur.
Yazılı eserlerin artması, düşünce yapısının değişmesine de neden olmuştur. Ama tragedyaların, döneminde temel işlevi mevcut düzenin devam etmesini sağlayacak çimentonun hazırlanması olmuştur. Tanrıların dediğinin dışına çıkılmaması, kader inancının pekiştirilmesi, tanrıya kafa tutan tanrıların nasıl cezalandırıldıkları, kehanetlerden kaçılamayacağı gibi birçok konu işlenmiş ve Antik Yunan toplumunun şekillenmesinde önemli dayanak noktalarından birisi olmuştur.
Tragedyalar, propaganda aracı olarak kullanılmasının yanında toplumu şekillendirme, düşünme biçimi oluşturma, öğretme ve eğitme konusunda da önemli görevler üstlenmiştir.
Bahsedilen dönemin anlaşılması, politik ve ideolojik yönelimlerinin anlaşılması açısından tragedyalar önemli kaynaklardan biridir.
[1] Kocaeli Üniversitesi, Arkeoloji ve Felsefe Öğrencisi
[2] ŞENER, Sevda Dünden Bugüne Tiyatro Düşüncesi, Dost Kitabevi, 3. Baskı 1998 Ankara Tragedyanın İşlevi S.42
[3] THOMSON, George Aiskhylos ve Atina, Payel Yayınları, Mart 1990 İstanbul S. 284
[4] THOMSON, George age. S. 284
[5] ERHAT, Azra Zincire Vurulmuş Prometheus, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 9. Basım, İstanbul 2020 Önsöz S.V
[6] ARİSTOTELES Poetika (Şiir Sanatı Üzerine) Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 6. Basım, İstanbul 2019 IV-15 s.11
[7] TEKİN, Oğuz Eski Yunan ve Roma Tarihine Giriş, İletişim Yayyınları, 13. Baskı 2019 İstanbul s.106 Delos Deniz Birliği
[8] ASLAN Ahmet İlk Çağ Felsefe Tarihi. İst. Bilgi Üniv. Yayınları. 11. Baskı İstanbul S.50
Yazar Deniz BADEM’in Academia’daki diğer makalelerini okumak için tıklayınız.
Zincire Vurulmuş Prometheus Özetini okumak için tıklayınız.
Kumarbi Miti, Hitit mitolojisinde gök tanrısı Anu’yu devirip tahtı ele geçiren ve ardından tanrıların babası olarak bilinen Kumarbi’nin, rakibi Teşup ile olan mücadelelerini anlatır.
Kumarbi aslen bir Hurri tanrısıdır ve Hurri panteonunda “tanrıların babası” olarak bilinir. Mezapotamya tanrısı Enlil ile eşdeğerdir. Kumarbi’ye odaklanan birden fazla mit bilinmektedir. Birçoğu, kendisi ve Teşup arasındaki krallık mücadelesini anlatan Kumarbi Döngüsü adı verilen metinlere aittir. Bu döngüdeki eserler: Doğum Şarkısı, LAMMA Şarkısı, Gümüş Şarkısı, Hedammu Şarkısı ve Ullikummi Şarkısı’dır. Bu eserlerin ortak noktası Kumarbi’nin oğlu Teşup’u yok etmek için verdiği mücadeleyi anlatır.
Kumarbi yeraltı tanrısı iken Teşup semavi gök gürültüsü ve şimşek tanrısıdır. Yani aralarındaki mücadele aslında iki ayrı dünyanın mücadelesini temsil eder.
Hitit mitolojisindeki en ünlü hikayelerden biri Kumarbi mitidir. Tanrı Kumarbi ve oğlu Teşup arasındaki mücadeleyi konu alır. Efsanenin kökenleri Hurri geleneğine dayanır. Hitit versiyonuna ait tabletler M.Ö. 13. yüzyıla tarihlenir.
“Doğum Şarkısı” olarak adlandırılan tablete göre Alalu göklerin kralıdır ve Anu isminde bir sakisi vardır. Ancak dokuz sene sonra Anu, Alalu‘ya isyan isyan ederek onu alaşağı eder. Böylece Anu göklerin kralı olurken, yeni saki Kumarbi olur. Dokuz sene sonra, Kumarbi tıpkı bir zamanlar Anu’nun yaptığı gibi ona isyan eder. Anu, Kumarbi‘den kaçmaya çalışırken Kumarbi onu yakalar ve cinsel organını ısırarak yutar. Böylece Kumarbi göklerin yeni kralı olur. Ama Anu‘nun cinsel organını yuttuğu için 3 tanrıya gebe kalır: fırtına tanrısı Teşup, Dicle nehri tanrısı Aranzah ve Taşmişu.
Ancak Kumarbi erkek olduğu için bu bir sorundur. Bu yüzden menilerinin bir kısmını Kanzura Dağı‘na doğru tükürür. Böylece dağ, Dicle Nehri tanrısını ve Taşmişu‘yu doğurur. Ardından Teşup‘un doğumu için bilge tanrı Ea‘ya danışır. Onun önerisi üzerine Kumarbi’nin kafatasından Teşup doğar. Kumarbi yeni doğan çocuk Teşup’u yutup yok etmek ister. Güneş tanrısı araya girerek bir bazalt taşı ile çocuğu değiştirir. Bu taş daha sonra Ea tarafından kutsanır.
Kumarbi miti, Hesiodos‘un Theogoni‘sinde anlattığı Uranos, Kronos ve Zeus mitine benzerlikler gösterir. Anlatıya göre göklerin hakimi Uranos, oğlu Kronos tarafından tahtından edilir. Kronos babasının cinsel organını kesip denize atar. Aynı şeyin kendi başına gelmesinden korkan Kronos doğan çocuklarını yutar. Ancak karısı Rhea ve annesi Gaia, yeni doğan çocuk Zeus yerine ona bir kaya parçası yuttururlar. Böylece Zeus büyür ve babası Kronos’u tahtından eder.
Öte yandan Yunan Mitolojisi’nde Zeus, ilk karısı olan bilgelik tanrıçası Metis‘ten doğacak çocuğun kendisinden daha güçlü olacağını öğrenir. Bunu engellemek için Metis’i yutar. Yine de kafasından bilgelik tanrıçası Athena doğar. Tıpkı Teşup’un babasının kafasından doğması gibi.
Kumarbi miti, Akkad kralı Sargon’un hikayesi ile de benzerlikler gösterir. Efsanevi hikayeye göre Sargon aslında kral Ur-Zababa’nın sakisi yani şarap taşıyıcısıdır ve Sargon kralı devirerek tahta geçer. Tıpkı Anu ve Kumarbi’nin bir zamanlar kralının sakisi olup, onu devirdikleri gibi.
Ayrıca bakabilirsiniz: Telepinu Miti: Hitit Mitolojisindeki Kayıp Tanrı
[1] Azra Erkat, Hesiodos’un Eseri ve Kaynakları
[2] Hititler: Bir Anadolu İmparatorluğu
[3] Kumarbi: Wikipedia
Telepinu Miti, Hitit Mitolojisindeki en önemli efsanelerden biridir. Mit, tarım ve bereket tanrısı Telepinu’nun ortadan kaybolması ve bunun sonucunda dünyanın kaosa sürüklenmesini konu alır.
Telepinu, Hitit tanrısıdır. Büyük ihtimalle tarım ve bereket tanrısı olarak hizmet ederdi. Ancak aynı zamanda fırtına tanrısı olduğu da öne sürülmüştür. Telepinu mitinin üç farklı versiyonu vardır.
Üç versiyonda da nedeni belirsiz bir şekilde tanrı Telepinu öfkelenir. Sağ pabucunu sola, sol pabucunu sağa giyer ve ülkeyi terk eder.
Ama tanrının yok oluşu dünya için yıkıcıdır. Her yanı sis basar. Pınarlar kurur. Hayvanlar yavrulayamaz ve insanların çocuğu olmaz. Kısacası dünya düzeni bozulur. Yeryüzüne kasvet çöker.
Bu durumu bir an önce çözmek için Güneş Tanrısı, tanrıları bir ziyafete çağırır. (ilk ve ikinci versiyon) Hepsi Telepinu’nun kaybolmasından dolayı endişelidir. Bu yüzden tanrıyı aramaya karar verirler. Güneş Tanrısı bir kartal yollar ama kartal başarısız olur. Bu sefer fırtına tanrısı oğlu Telepinu’yu aramaya çıkar. (ilk versiyon) Ama o da bulamaz.
Son olarak Ana tanrıça Hannahanna, Telepinu‘yu bulması için bir arı gönderir. Fırtına tanrısı arı gibi önemsiz bir hayvanın oğlunu bulabileceğinden şüphelidir. Ancak yanılır. Arı, Telepinu’yu çalıların ardında uyurken bulur ve onu uyandırmak için ellerinden ve ayaklarından sokar. (ikinci ve üçüncü versiyon) Oysa acıyla kendine gelen Telepinu daha da öfkelenir ve yine kayıplara karışır.
Sonunda tanrılar bir şamana başvurmaya karar verirler. Büyü tanrıçası Kamruşepa‘dan yardım isterler. Kadın büyü yaparak tanrının öfkesini tunçtan kazanlara hapseder.
Öfkesi geçen tanrı Telepinu işte böylece ülkesine döner ve sisi kaldırıp doğayı tekrar canlandırır.
Yunan Mitolojisinde Demeter ve Persephone miti, Telepinu Miti ile önemli benzerlikler taşır. Miti hatırlamak gerekirse Hades Persephone‘yi yeraltına kaçırırınca tarım ve bereket tanrıçası Demeter o kadar üzülür ki doğa solup gider. Ta ki Zeus Persephone‘nin yılın yarısını yeraltında yılın yarısını yer üstünde geçirmesine izin verene kadar.
Sümer Mitolojisindeki Dumuzi Miti de benzer temaya sahiptir. Aşk ve bereket tanrıçası İnanna, yeraltı dünyasına inerek kız kardeşinin hüküm sürdüğü ölüler diyarına gider. Ancak oradan çıkabilmesi için bir bedel ödenmesi gerekmektedir. Yeraltı dünyasından döndüğünde, kocası çoban tanrısı Dumuzi’nin tahtında oturup onun yokluğuna aldırmadığını görür. Öfkeyle onu yeraltı dünyasına göndermeye karar verir. Ancak Dumuzi’nin kız kardeşi Gestinanna, onun yerine bir süre yeraltında kalmayı kabul eder. Böylece Dumuzi ve Gestinanna’nın sırayla yeraltında kalması, doğanın döngülerini, mevsimlerin değişimini ve tarımın döngüsünü simgeler.
Görüldüğü gibi tanrıların kaybolması ve doğanın yok olması yani kış gelmesi ama bulunması ile tekrar doğanın canlanması teması sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Bereket ve tanrısal güçler arasındaki bağa dikkat çeken mitlerdir.
İlginizi çektiyse ayrıca bakabilirsiniz: Kumarbi Miti – Doğum Şarkısı
[1] Hititler ve Hattuşa, Muazzez İlmiye Çığ
[2] Hititler: Bir Anadolu İmparatorluğu, YKY
Neaira, Antik Atina’da yaşamış ve hakkında açılan bir mahkeme kaydından hayatını öğrenebildiğimiz bir hetaira yani eskorttur.
Atina’nın muhteşem mimarisi, muhteşem sanatı, muhteşem felsefesi ve korkunç kadın hakları vardı. Fuhuş tamamen yasaldı ama saygın erkeklerin eşleri ve kızları haneleri dışında çıkamazdı. Erkeklerin akşam eğlencesine katılamazlardı. Hatta mahkeme kayıtlarında saygın kadınlar filance kişinin kız kardeşi veya karısı olarak bahsedilir adları bile anılmazdı.
Peki biz Neaira‘nın öyküsünü nereden biliyoruz? Günümüze kadar ulaşan ve “Neaera’ya Karşı” isimli Acharnae’li Apollodoros’un yaptığı bir suçlama konuşmasının mahkeme kayıtlarından. Bir hetaira olduğu için saygın bir kadın sayılmayan Neaira’nın hayatını bir kovuşturma metninden öğrenebiliyoruz aslında!
Antik dünyadaki diğer ünlü hetairalar için bakabilirsiniz: Miletli Aspasia ve Perikles: Antik Dünya Dedikoduları ve Phryne: Antik Yunanistan’ın Ünlü Eskortu ya da Antik Yunanistan’da Kadın Olmak.
Neaira, muhtemelen İ.Ö. 4. yüzyılda doğmuştur. Nerede? Bilmiyoruz. Ebeveynleri tarafından terk edilmiş veya satılmış, belki de kaçırılmıştı. Apollodorus, Neaira’nın henüz reşit olmadan önce iki kez para karşılığı seks yaptığını anlatır. Yani bir hetaira (konsomatris) olmadan önce fahişelik yaptığını iddia eder.
Neaira hakkında bildiğimiz tek şey Korinthli Nikarete‘nin onu daha çocukken satın almış olduğudur. Korinthli Nikarete aslında eski bir köleydi. Ama daha sonra özgür ve başarılı bir iş kadını olmuştu.
Korinth, Yunanistanda kuzey ile güneyi birbirine bağlayan bir noktada seyahatlerin önemli bir durağı olarak yer alırdı. Ayrıca fahişeleri ile ünlüydü. Nikareta Korinth’te bir genelev işletiyordu. Gelecekte güzel olacak kadınları henüz küçükken keşfetme yeteneği olduğu söyleniyordu. Nikarete’nin kızları müzik, sohbet ve diğer sanatlarda eğitim aldılar. Kısacası iyi bir hetaira yani eskort olarak eğitiliyorlardı. İlişkileri genellikle uzun vadeliydi, ancak özel değildi ve çok yüksek bir ödeme talep ediyorlardı. Elbette kazancın çoğu, Nikarete’ye gidiyordu.
Nikarete’nin kızlarından biri olduğu süre zarfında Atina‘da düzenlenen Panathenaia Festivaline katıldığını biliyoruz. Bu festivale Teselyalı Simus adında bir adamla katılmıştır. Daha sonra adına açılacak bir mahkemede Simus ile birlikte kaldıkları evde birçok adamın bulundu içkili eğlencelere katılmakla da suçlanacaktır.
Öte yandan Korinthli Nikarete, kızlarının sonsuza dek ona kar ettirmeyeceğini biliyordu. Bu yüzden kızların ünü zirveye ulaştığında onları satıyordu. Müşterilerinden ikisi, Neaira henüz yirmili yaşlarının başındayken Timanoridas ve Eukrates Neaira’yı beraber 3000 drahmiye satın aldılar. O dönemde ortalama bir kölenin fiyatı 300-600 drahmi olduğu düşünüldüğünde oldukça iyi bir miktardı.
Ancak bu adamlardan biri evlenmeye hazırlandığında, Neaira’ya 2000 drahmi karşılığında özgürlüğünü satın alabileceğini söylediler. Ayrıca özgür bir kadın olduğunda Korinth’te fahişe olarak çalışmamasını talep ettiler. Neaira, eski müşterilerine haber gönderdi ve onlardan aldığı hediyelerle 2000 drahmiyi ödeyip özgürlüğünü satın aldı. Sonra da ona süreçte yardımcı olan Phrynion ile birlikte Atina’ya göç etti.
Neaira, İ.Ö. 373’te Atina’da Phrynion ile birlikte yaşıyordu. Ama Phrynion ona kötü muamele ediyordu. Neaira’yı sürekli içkili akşam eğlencelerine götürüyor, istediği yerde onunla açık ilişkiye girip bir gösteri haline getiriyordu. Bir gün Pythian Oyunlarında galip gelen biri zaferini kutlamak için ziyafet verdiğinde Phrynion ile birlikte kutlamaya katıldı. Ancak Phrynion uyurken, kutlama sahibi ve köleleri dahil olmak üzere birçok kişi Neaira’ya cinsel saldırıda bulundu.
Phrynion’un kendisine ahlaksızca davrandığı, beklediği gibi sevilmediği ve istekleri yerine getirilmediği için Neaira, eşyalarını ve iki hizmetçisini yanına alarak Megara‘ya kaçtı. Megara’da iki yıl kaldı. Orada hetaira olarak çalışmaya devam etti. Ama hem o esnadaki savaş yüzünden hem de Megaralıların yaşam tarzı dolayısıyla fuhuştan yeterince para kazanamıyordu. Korinth’e eski sahiplerine verdiği söz yüzünden dönemiyordu. Atina’ya ise Phrynion’dan çekindiği için dönemiyordu.
İ.Ö. 371’de Stephanus‘la tanıştı. Stephanus ona hamisi olmayı ve Atina’ya birlikte dönmeyi teklif etti. Apollodorus ilginç bir şekilde Atina’ya dönerken iki oğlu ve bir kızı olduğunu iddia eder. Ama bu çocuklar kimin olduğuna dair belirsizlik vardır. Stephanus’un çocukları olabileceği gibi Neaira’nın da olabilirler.
Ne var ki Phrynion, Neaira’nın Atina’ya döndüğünü öğrendiğinde, onu Stephanus’tan geri almaya çalıştı. Ama Stephanus, Neaira’nın özgür bir kadın olduğu için hiçbir hakkı olmadığını iddia ederek direndi. İki adam mahkemeye gitmek yerine daha ucuz olan yolu yani uzlaşmayı tercih ettiler. Böylece Neaira’nın dönüşümlü olarak hem Stephanus hem de Phrynion ile beraber yaşamasına karar verildi. Tıpkı Neaira’yı bir zamanlar Korinthli Nikarete‘den satın alan adamlar gibi! Tabi ki Neaira’nın bu duruma tepkisi nasıldı ya da ne hissetti hiçbir fikrimiz yok!.
Neaera’ya karşı açılan davanın asıl sebebinin Neaera’nın hayatını öğrendiğimiz suçlama metninin sahibi Apollodorus ile Stephanus arasında geçen çekişmenin neden olduğu söylenir.
Stephanos, MÖ 348’de hatip Apollodorus‘u mahkemeye çıkarmış ve desteklediği politikalardan birinin yasaya aykırı olduğunu iddia etmişti. Böylece Apollodorus yüklü bir para cezasına çarptırılmıştı. Daha sonra MÖ 346 civarında, Stephanos Apollodorus’u bir köle kadını öldürmekle suçladı. Ama bu dava bir sonuca ulaşamamıştı. Bu yüzden Apollodorus, Stephanos’tan intikam almak istiyordu. MÖ 343 ile 340 arasında bir yerde, Neaira ve Stephanos’u yasadışı bir evlilik içinde yaşamakla suçlayarak kendi davasını açtı. Atina’da bir yabancı ile evlenmek yasaktı. “Yabancı” demek Atina dışından olan herkesi kapsıyordu.
Dava aslında Apollodorus’un kayınbiraderi ve damadı olan Theomnestos tarafından açılmıştır. Theomnestos, konuşmasına davayı ve nedenlerini tanıtarak başlar. Ancak konuşmanın büyük kısmı Apollodoros tarafından yapılır.
Apollodorus, tezini kanıtlamak için, ilk olarak Neaira’nın Korintli itibarsız bir kadın olduğunu ve ikinci olarak da onun ve Stephanos’un evli olduğunu iddia etmek için 100’den fazla bölümden oluşan bir konuşma yazdı. Ayrıca kızı Phano‘yu da suçlamaktan geri kalmadı.
İşte bu suçlamalar Neara’nın hayatına dair bildiğimiz tüm bilgilerin kaynağıdır.
Stephanos’un savunma konuşması günümüze ulaşmamıştır. Tahmin edeceğiniz üzere Neaira’nın kendisini savunmasına tabi ki izin verilmemişti. Neaira belki de mahkemede fiziken bulunmuş ve Apollodorus’un kendisine yönelttiği suçlamaları ateşli konuşması eşliğinde dinlemiş ve tek kelime edememiştir!
Duruşmanın sonucu ve duruşmadan sonra Neaira’ya ne olduğu bilinmemektedir. Onun bir zamanlar var olduğunu ise onun adeta biyografisini anlatan bir suçlama metninden öğrenebiliriz.
[1] The Trial of Neaira- Annotated with a Critical Introduction and Questions, LibreTexts
[2] Neaira: A Slave in Ancient Greece, Her Half of History
[3] Neaira, Wikipedia
[4] Against Neaera, Apollodorus, Chicago
Phryne, Antik Yunanistan’da yaşamış ünlü bir hetaira yani bir eskorttu. Döneminin kadınları sosyal hayata karışamaz, üst sınıf kadınlar sadece yakın bir erkek akraba eşliğinde toplum içine karışabilirdi. Oysa bir hetaira, dönemin kadınlarına göre oldukça özgürdü. Öncelikle iyi bir eğitim alabilir, erkeklere sempozyumlarda eşlil eder ve felsefi ve sanatsal konularda muhabbet edebilirlerdi.
Phryne, çoğu zaman güzellik tanrıçası Afrodit‘e benzer güzelliği ile ön plana çıkmasına rağmen zekidiydi. Tıpkı başka bir ünlü hetaira olan Aspasia gibi. Ama onu ve hikayesini anlatanlar yine erkeklerdi. Bu yüzden hayatına dair birçok hikaye spekülatiftir.
Pryne’nin kökeni Yunanistan’da Boeotia bölgesinde bulunan Thespiae isimli şehire dayanmaktadır. İ.Ö. 370 dolaylarında doğmuştu. Babasının adı Epikles idi. Phryne’den bahseden antik yazarlar Plutarch ve Athenaios, doğum adının Mnesarete olduğunu belirtirler. Plutarch, ten rengi çok soluk olduğu için Yunanca kurbağa anlamına gelen Phryne lakabının ona verildiğini açıklar.
Atina’ya neden ve ne zaman geldiği bilinmemektedir. Lakin Phryne zaman içinde o kadar zenginleşmiştir ki aktarılanlara göre Büyük İskender‘in yıktığı Thebai kentinin yıkılan surlarını onarmak için ödeme yapmayı bile teklif etmiştir. Tek bir şartı vardır: İskender tarafından yıkıldığını, Phryne tarafından yeniden inşa edildiğini belirten bir yazıt taşıması.
Bugün orjinali kayıp olmasına rağmen kopyaları bulunan Knidos Afroditi heykeli, dünyanın bilinen ilk çıplak kadın heykelidir. Praxiteles isimli bir heykeltraş tarafından İstanköy Adası (Kos) kentinin siparişi üzerine iki tane Afrodit heykeli yapar: bunlardan biri çıplak iken öteki giyiniktir. Ada sakinleri çıplak heykeli almayınca, bugün Türkiye Datça’da bulunan Knidos kenti satın alır ve şehrin en yüksek noktasına heykeli yerleştirirler.
İşte anlatılanlara göre Praxiteles bu heykeli sevgilisi Phryne‘i model alarak yapmıştır. Heykeldeki kadın o kadar güzeldir ki, anlatılanlara göre kentin asilzadelerinden biri heykele takıntılı hale gelir. Geceyi tapınakta geçirip yakalanır ve utancından intihar eder. İşte heykelin üzerindeki lekenin o geceden kaldığı söylenir. Knidoslu Afrodit heykeli kent için o kadar önemlidir ki zamanla Knidoslular fakirleştiğinde Bitinya kralı heykele karşılık para yardımı yapmayı önerir ama kent sakinleri heykeli vermeyi kabul etmez.
Plutarch’a göre Praxiteles, Phyre’i model alarak altın bir heykel yapar ve Phryne bu heykeli Delfi Tapınağı‘na adar. Bu Roma Dönemi’nden önce Delfi Tapınağı’na adanan ilk kadın portresidir.
Ayrıca Praxiteles’in Phryne’e duyduğu arzudan ilham alarak bir Eros heykeli yaptığı da kaydedilmiştir. Bu heykel, Phryne’nin memleketi Thespiae‘de yine Praxiteles tarafından yapılmış Afrodit ve Phryne heykeli ile birlikte sergilendiği de eklenir.
Heykeltraş Praxiteles ile ilgili bir başka hikaye daha vardır. Praxiteles, sevgilisine istediği heykeli hediye edeceğini söyler. Buna karşılık Phryne, hangisini en çok beğeniyorsa onu vermesini ister ama Praxiteles hiçbir eserini birbirinden ayıramaz. Bir süre sonra kölelerden biri koşarak içeri girer ve Praxiteles’in atölyesinin yandığını ve çalışmalarının yok olduğunu haber verir. Praxiteles özellikle Satir heykelini kaybetma olasılığına o kadar üzülür ki ağlamaya başlar. Sonunda Phryne araya girer ve hangi heykelini en çok sevdiğini açığa çıkarmak için böyle bir hile yaptığını anlatır.
Phryne ayrıca dönemin ünlü ressamı Apelles ile de sevgiliydi. Apelles bir gün sevgilisini Eleusis‘te denizden çıplak çıkarken görmüş ve Aphrodite Anadyomene (Afrodit denizden çıkarken) isimli tablosunu yapmasına ilham vermiştir. Bu eser Roma İmparatoru Agustus tarafından Roma’ya götürülmeden önce İstanköy (Kos) Adası‘nda Asklepios Tapınağı‘nda sergilenmiştir. Apelles’in en bilinen eserlerinden biridir.
Anlatılan diğer bir ilginç hikaye ise Platon‘un öğrencisi filozof Xenocrates ile ilgilidir. Bir gün Phryne, onu baştan çıkarmaya çalışır ama ne kadar denerse denesin başarılı olamaz. Bu sık başına gelen bir durum değildir anlaşılan. Bu yüzden sinirlenir ve adama “andriantos” yani bir insan olmaktan ziyade bir heykel olduğunu söyler.
Phryne hakkındaki anekdotların birçoğu MS 3. yüzyılda yaşamış ve filozofların akşam yemekleri hakkında çeşitli hikayeler derlemiş olan Athenaeus‘un çalışmalarından gelir.
Bir keresinde, cimriliğiyle bilinen Atinalı sevgililerinden biri ona, Praxiteles‘in ünlü Knidos Afrodit heykelinin arkasındaki modelin kendisi olup olmadığını sormuştu. Phryne adamın sorusundan kaçarak, ona Pheidias’lı Eros olup olmadığını sorar. Pheidias başka bir heykeltıraşın adıydı, ancak aynı zamanda “cimri” anlamına gelen pheido sözcüğü ile bir kelime oyunuydu.
Phryne bazılarına göre dinsizlik bazılarına göre başka bir suçlama sebebi ile ölüm cezası ile yargılanır. Tam olarak neden suçlandığı kaynaktan kaynağa değişiklik gösterir.
Phryne mahkemede savunurken bazılarına göre kendi isteği ile, bazılarına göre konuşmasının doruk noktasında savunma avukatı tarafından bazılarına göre ise mahkemeyi kaybedeceklerini anlayan ve bunu önlemek için yine savunma avukatı tarafından jürinin karşısında tuniğini yırtarak çıplak göğüslerini aniden açar. İster Phryne yapmış olsun ister savunma avukatı, amaç jüriüyelerinde şefkat hissi yaratmaktır.
Belki de “göğüsleri açığa çıkarıp beraat etme” hikayesi hiç yaşanmamıştır. Çünkü Athenaeus‘un yazdığı Efesli Kadın oyununda bu detaydan hiç bahsedilmemiştir. Başka bir versiyona göre Phryne hayatını kurtarmak için her bir jüri üyesine teker teker yalvarmış ve beraat etmiştir.
Phryne’nin yargılanmasının ayrıca mahkeme salonundaki davranışları düzenleyen iki yeni yasanın çıkarılmasına yol açtığı varsayılmaktadır: biri sanığın jüri kararını değerlendirirken hazır bulunmasını yasaklıyordu; diğeri mahkeme salonunda ağıt yakmayı yasaklıyordu.
Her ne olursa olsun bu hikaye modern sanatçıları derinden etkilemiş ve birçok sanat eserine ilham vermiştir.
[1] Phryne, Wikipedia
[2] The ‘it girl’ of the ancient world, BBC
[3] Phryne at the Festival of Poseidon in Eleusis, Wikipedia
[4] Phryne – The Sex Symbol of the Ancient World, Rome & Italy Travel Specialist
[5] Lives of the Eminent Philosophers, Diogenes Laërtius, ChicagoEdu
[6] The ‘it girl’ of the ancient world, BBC
[7] Knidos Afroditi, Vikipedi